karantina 4 – çıkılmaz sokak

Bugün ilk kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Cuma akşamından pazar akşamına kadar.
Bugün annemin doğum günü.
Fırınların önünde kavgalar, ekmek almak için yumruklar.
Bir ekmek kaç tekme eder, bir somun kaç tokat kadar?
Bir memleket düşün, insanına ters köşe yapıyor.
Kaç tekmedir karnımıza yediğimiz, ki üzerimizde hâlâ bir madencinin ahı var.
*
Azaplar’ı bilir misin? Osmanlı ordusunun hiçe sayılmış delikanlıları, bu hiçliği kader saymış askerleridir azaplar.
Kılıçsız, kuşamsız, zırhsız ve dahi pabuçsuz dururlarmış ordunun en önünde, “Allah Allah” sesleriyle bir yürürlermiş ki sorma. Onları öyle hiçbir şeysiz gören “düşman”, donup kalırmış.
Azaplar’ın batı ordularındaki karşılığı tam anlamıyla yoktur ama “frontiers” cephenin en önündekiler, göğüs göğüse savaşanlar dile yerleşmiş bir deyim haline gelmiştir. Bizde ise birilerini mesela “maskemiz yok” diyen sağlık çalışanlarına “azaplar”a benzettiğimde bir yere oturmuyor.
*
Bir seferinde teyzem demişti ki, “Kızım okul vardı öğretmen yoktu, sağlık ocağı vardı doktor yoktu, trafo vardı elektrik yoktu… Biz yokluğu kaderimiz zannediyorduk.” Meğer öyle değilmiş, sonradan anlamış teyzem.
Teyzem, annemin kardeşi. Ablası annemin. Anneme bir bakışı vardır, biraz abla, biraz anne, biraz teyzem gibi.
*
Köpekler uluyor, her bir ulumadan bir onulmaz delik açılıyor geceye, gece de göğsüm gibi delik deşik. Rüyalarımda öldüğümü görmüyorum artık. Tam 27 gün olmuş, bilmiyordum. Arkadaşım söyledi de uyandım mevzuya, Geçecek bu, oturup bir kahve içeceğiz seninle, onunla da, sizlerle yani, çocukluğumdan beri “sen” diye hitap ettiğim ilahi olan bir “sen.” Her ne kadar bunu bir kişiye dönüştürmek için çok çabaladıysam da, her ne kadar bu “sen”i kendimde de uzun uzun aradıysam da, bulamadım, olamadım. Her neyse işte, senle ben, uzun yürüyüşlere çıkacağız yeniden.
*
Hepi topu kıytırık bir can işte, öyle ya da böyle çıkacak işin içinden, çıkacak içimizden.
*
Dünya böyle kapanmadan önce güzeldik, saçlarımızı yandan ayırırdık.
Yan yana, dip dibe oturur, dişlerimiz acıyana kadar gülerdik. Yetmezdi daha da gülerdik. En saçma şeyleri kutlar, kutlayamadığımızda ise “Bugün de ölmedik” diye yaşadığımıza sevinirdik.
Birçok şey bizimle birlikte kahkahalara tutulurdu.
Ben oje sevmem, ojelerim dökülürdü parmaklarımdan, sandalet giymekten hoşlanırdım. Saçlarımın güneşte kurumasına ve çorapla gezmeye bayılırdım.
Yine o otobüs yolculukları geliyor aklıma.
Çocuktum.
Yaşlılara bakar, onca saat hiç sıkılmadan nasıl yolculuk ettiklerine şaşardım.
“Ne güzel” derdim içimden “Ne çok hatıraları var.” Düşünecekleri ne çok hatıraları vardı, hiç sıkılmadan Adana’dan Ankara’ya bir otobüsün içinde gidebiliyorlardı. Ben ki çocuktum, beni pencere kenarına oturturlardı etrafı izleyeyim diye, bir defter, bir boya kalemi olmadan boğulacak gibi olurdum. Boğulurdum da galiba.
Şimdi “Ne hayat yaşamışım” diye düşünüyorum, bu bir yolculuksa ve ineceğimiz yer de biraz uzak gibi görünüyor, “Aç defterleri” diyorum kendime, bir delik aç ve gir içeri. Bir daha düşünmeyi bile istemeyeceğim kimi hatıralar, elbet bir gün size de sıra gelir.
*
İnsan, ölümsüzlüğü isterken yaşlanmak hayal oldu.
İyi ki doğdun teyzemin kardeşi, abimin annesi.
Benimki.

Reklam

karantina 4 – çıkılmaz sokak” için 2 yorum

  1. Ama bu nasıl bir ihtişamlı bir örtü ki kapladı beni gecenin yasaklarında kaybolurken tek kelime muhteşemmmm

  2. Yazdıklarınızı okuduğumda her anının hissetmek gerçekten inanılmaz. Siz hep yazın biz de okuyalım.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s