karantina – 2 truvalı helen

Şimdi bir ev çiz kendine.
İyi yaptığımız şeyler bunlar.
O evde büyük bir parti ver, yaza merhaba, sonbahara elveda, kışa sarılma ya da ilkbaharla kavuşma partisi olsun, herkesi çağır, çağırdığın herkes gelsin.
Bir kısmı erken ayrılsın, bir kısmı peyderpey.
Sonra biri çıksın televizyona, bir şey desin, üzül.
şimdi o evi karantinaya al.
Kimler olsun içinde, kimler kalsın içeride seninle birlikte?
Bir ev düşün, bir odasında Plinius oturmuş “Naturalis Historia”yı yazıyor, ölürsün.
Bir başka odasında Yaşar Kemal ve Binboğalar Efsanesi.
Bir odasında Mozart, garip bir beste yapıyor, önce çirkin kendi gibi sonra bir yer buluyor hayatında. Mimar Sinan var bir başka köşesinde, un tanelerini sayıyor, önce hamur sonra o hamurdan bir köprü yapacak. O köprü seni hiçbir yerden hiçbir yere götürmeyecek. Bir at var mesela karantina evinde, truvalı helen’in atı, gözlerinde bir bakış atın, ateş ve yangın, atlasan gidemezsin, herkes gibi sen de kendin kapattın kendini evine. Neyse ki bir bahçen var, bak ona, bahçende Tesla elektriği yeniden yeniden icat ediyor, bahçende Sun Zi “Savaş Sanatı”nı yazıyor:

“Astı üstü tek yürek olan kazanır.
Hazırlıklı olup, hazırlıksız olanı bekleyen kazanır.
Yetenekli komutanına hükümdarı karışmayan kazanır.”

Bu kadar basitken kazanmak, kaybetmek için müthiş bir çaba verir insan. Eskiden sen neredeysen orada ve senin etrafında dönerken dünya, şimdi karantina altında, henüz sönmemişken geceleri ışıklar, evinin etrafında döner alem. Nasıl ki bir müddet araba kullanırsın ve kapılarını, ön arka tamponunu, tekerleklerini tek tek hisseder, onunla bir bütün olursun, şimdi evinle de öyle bir bütün haline geliyorsun. Ağırlığı da pencereleri de üzerinde. Ve elbette kapısı da. O kapıdan çıkıp gitmek için şu an neler verirdin, basit dertlerinin basit çözümleri olsun istiyorsun, olacak.

dalda kuş

kuş cıvıltılarında kalmıştım en son, ben kuşa nasihat edecektim, penceremde bekleyen kuşa, ne söylediysem bir kanadından girip öteki kanadından çıkacaktı. Bu yaz sıcak geçecekti, yine tek meselemiz susuzluk olacaktı, biraz hava almak için sabah erken kalkıp suadiye sahil’e gidecek, “çaycı kadın”ın oradan başlayan nefes nefese bir yürüyüşe çıkacaktık. Durup bir su alacaktık, “küçük esnaf da yaşasın” diye yoldaki bir seyyar satıcıdan. Günler bir uzayıp bir kısalacaktı, Jezabel hep kanlar içinde yatacaktı.
Ömrümüz böyle sürüp gidecekti.
ilk günlerdeki ölüm hissi yerini adına yaşam ya da neşe diyemeyeceğim, o kadar coşkulu değil ama daha sakin, iyi gibi en azından kötü değil.
Okudukça, anladıkça.

devir
Böyle zamanlarda
kalpler çürür çünkü algoritmalar kazanır.
Bilgi çağı, bilginin en çok kirlendiği zaman olduğu için bu ismi alır.
Ne yani, her şey beni biraz daha takip edebilmek için miydi, biraz daha yakından izlemek için miydi? Ne yani dünya yönetilebilir bir yer olmaktan çıktı diye mi,  hem Çin sanatı ne muhteşem değil mi?
*

Çağatay’ın Hitit Süiti’ni dinlemeye devam ediyorum, bir pedal tutuyor bu şarkı içimde bu pedalın üzerinde kısa bir gezintiye çıkıyorum, bana çocukça bir şeyler düşündürüyor, Alsancak’ta uzun bir masanın köşesinde oturmuş karşılıklı “Geçmiş diyoruz, geçmiş ne uzun şey.”
Söylerken yoruluyorum, yaşarken nasıldı kim bilir.

Reklam

karantina – 2 truvalı helen” için 2 yorum

  1. “Bu kadar basitken kazanmak, kaybetmek için müthiş bir çaba verir insan”
    Okuduğum her yazıda düşündüğüm bir cümle var; kalem bazen bazı parmaklarda, sadece yazı yazma aracı değil….

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s