fun-e-ral…

Murat, Emrah’ı yazmış, ben yazamadım.

Yapamadığımız şeyler de yazılmalı bir ucuna öldüğümüz günün. “Allah’ım toz et beni” diye ettim duamı, yattım şimdi. Öyle toz, benden eser kalmasın yani eser miktarda bile ben kalmasın. Hiç bulunamayan, izine rastlanamayan mevcudiyetimi temsilî bir cisimle (mesela bir orta sehpası, bir gofret kağıdı, puantiyeli bir sırt çantası, kullanmadığınız bir halı…) ete kemiğe büründürüp onu sarınız dilerim.

İstiyorum ki kefenim, Yaşar Kemal’in, İlhan Berk’in, Sabahattin Ali’nin Yorgos Seferis’in, Richard Brautigan’ın, Shakespeare’in, elbette Cemal Süreya’nın, elbette Kafka’nın, elbette Poe’nun, mutlaka Mehmet Yaşın’ın, Ayhan Bozkurt’un, arkadaşlarımın, şairlerimin, sevgilimin cümleleriyle donansın… Yıl sonunda arkadaşlarla birbirimize imzalattığımız beyaz gömlekler gibi olsun kefenim, ölüyorum gibi değil de mezun oluyorum gibi zannedilsin gidişim.

Kendi kendime gezmeyi severim, kendi başıma bir yere gitmişim gibi, her an telefonunuzu çaldırabilir gibi, saçlarım uzun, uykumu almış bir halde yine de merdivenlerden düşme ihtimalimi saklı tutarak yürüyerek uzaklaşmışım gibi. “İhtimal” deyince size de oluyor mu aynı şey, ihtimal derken bile gökyüzü çoğalıyor içimde, aynı gökten birkaç tane, her şey çoğalıyor, aynı denizden birkaç, aynı dağdan birkaç, insanlar, gülüşler, sevgiler, mutluluk ve nitelik çoğalıyor içimde. Zaten bir ihtimale bakar çoğalması insanın, milyarda mı, milyonda mı nedir, bir ihtimal. Kaçta kaç olursa olsun, bu bir ihtimaldir ve muhtemel olan şey güzeldir. (muhteşemdir.)

Annem beni bulsalar bile yıkamaya girmesin, kardeşime “iş seyahatine” gittiğim söylensin, tanıdığım hiç kimse beni öyle görmesin, keyfim yerinde benim, keyfimin içine noktalama işareti konmasın, bir kederin, bir hüznün, bir vedanın gölgesi düşmesin hiçbir yerine ayrılığımızın. Yaz bitip de eve döndüğümüzde, biraz daha büyümüş, biraz daha serpilmiş, yemediğimiz bazı şeyleri artık yer hale gelmiş, görmediğimiz bir yerleri görmüş ve en az birkaç kitap okumuş olarak buluşana dek arayıp sormayalım birbirimizi. Ben önden gittiğim takdirde, “gelince haber verirsiniz” diyelim.

Zaten biz bu hayatta, arayıp sormayalım da; bulalım birbirimizi. Arayıp sormak yerine bulalım birbirimizi.

Çocukluğumdan beri içimde ovulan taş gibi ölüm, vakti geldiğinde yeniden açmak üzere kapattığım bir bahis. Kendime verdiğim sözler ve kalemimi “ölüm” gibi doğurgan bir konuyu anlatarak kaçışlı ve kolaycı bir yoldan bulandırmamak adına değinmeye uzun zamandır elimin dilimin varmadığı bir konu. Sıradan bişi, baktım ne kolay söylüyorlar ölümü, cinayeti, kurşunu, zehiri filan bizim afili oğlanlar. (Hatırlar mısın Murat, filistin bayrağını göndere çekmiş bir afili filintalar sitesinde başladı muhabbetimiz, ben bir daha hiç!)

Ne diyorduk, içimde ovduğum taş, açın bakın çocukluk defterlerime, kendimi bunca oyalayabilmem bile çok iyi. Fakat çok eğlendim, çok hırpalandım, hiçbir şeyi ehh işte ya da şöyle böyle yaşamadım. Yani “yaşadım bu hayatı” diyebilmek için imkanlarım çoktu, mümkünlerde dolandım, sevgilim evde yoktu. Ben sevgilimin kapısını penceresini, kalbini ve dağında tüten her tür dumanını parçaladım ve girdim içeri. Çok sevdim, daha çok seveceğim de. Onu, bir onu.

Hah, ne diyorduk kefenim, yani çocukların okul müsameresinden arta kalmış amerikan bezi kumaşlar gibi olursa, üstüne de birkaç satır yazarsa herkes gönlünden, iyi olur. Önce yazılar silinir sonra kumaş unufak olur. Böylece ardımdan edilen nice güzel, nice mutlu, nice zil takıp oynamalı ve nice kederli sözler sonraya kalır. Ama yazı uçar. Söz kalır. İçimde ovduğum taş, an gelir sökülür, an gelir kırılır, an gelir dağılır.

emrah’ı yazmış, ben okudum, üzerimde böcekler yürüyor sanki, doğada olmadığını bildiğim balıkları giysilerimde taşıdım bir müddet. o günü hiç unutmadım, unutmam, çok ağladığım için epey hayretle karşılanmıştım. Onlara göre, insan üzülebilirdi, hatta üzüldüğünü ağlayarak da gösterebilirdi ama “o kadar” üzülmek yersizdi. Kendini benimle, kendini beğendiği herkesle yarıştıran küçük kadınlardan, büyük kadınlardan, varlığını etrafındaki insanlar ve “kadınlar” üzerinden yapanlardan topyekün bıkmışım. Bir siktirin gidin, ne kadar istersek o kadar ağlarız, her zaman yaptığımız gibi, ne kadar yenildiysek o kadar, ne kadar lazımsa o kadar üzülürüz.

Bir şey diyeceğim,

oldukça mutluyum, oldukça aşık, olabildiğince sakin ve hiç olmadığım kadar yaşam dolu. Bu satırlar da bildiğin mutluluk gözyaşları, ellemeyin.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s