bu yazıyı okurken şu şarkıyı dinleyeceksiniz…
nedir neşe?
eylül güneşi…
milyonlarca vatandaş merakla bekliyordu.
aldattığını asla söyleyemediğinden içinde kıvır kıvır solucanlaşan ve fakat ayrılınca tersaneden suya ilk kez bırakılan gemi hafifliğinde vücudunu terk eden pişmanlığın yerini alan o his midir?
olgunlar sokakta dünyanın ikiye ayrılması, bir yarısının baran, diğer yarısının zelal olması mı? tahtalara oyduğumuz kalbimiz, olgunlar sokağa oyduğumuz üç beş adımdır neşe. geride bıraktığımız.
ismim değildir ama adımdır neşe.
bir zamanlar ayaklarını yerden keserek dans ettiğin şarkının, yani bir zamanlar dünyanın neresinde çalınsa herkesçe ezbere bilinen, sözlerini anlamadan telafuz ettiğin ve yıllar sonra akustik versiyonunu dinleyip hayatının ne kadar neşesiz olduğunu bir kez daha hatırladığın an… Yalnış olmasın yine aynı şarkıcıdan çalıyor şarkı ama akustik, yani en az senin kadar şarkıcı da neşesiz, sen kadar şarkıcı kadar şarkı da bir efkara dalmış ki vay.
bugün sordum saçlarım’a, “Sahi, eski neşesi yerinde duran biri var mı etrafında?” diye. “Ben” diye cevapladı. Durduk yere yalan söyledi bana saçlarım. Belki sormasam bu soruyu, onu yalan söylemek zorunda bırakmayacaktım, belki bir yalana mecbur ettim onu, özür dilerim.
nerede kalmıştık, hah, eski neşe,
nedir neşe güzel gözlüm, kısık gözlüm, eski gözlüm, buruş buruş, ışıltısını bir mezara gömmüş de gelmiş, boyunu posunu ağaçlarla yarıştırdığım, yanağı yer mantarları gibi yumuşak, gövdesi söğüt dalı gibi esnek ama mermer gibi sağlam duruşlu, bir kere görüp bir daha haber alamadığım, kara gözlüm, mavi gözlüm, çenesi hurilerin çeşmesi, güzel gözlüm, zarif bakışlım, canım. Söyle nedir neşe? Söyle kim aldı?
Bir fotoğrafa gömülüp kalmış sanki, boğum boğum etli bir larvanın neticesini beklemek gibi, bir zamanlar akla sadece dans etmeyi getiren şu şarkılar, ne ara…
inanması güç ama bunların tümü, bir timsahın karnından çıktılar.
ayakkabı, çanta, kemer, toka.
timsaha borçlu dünya bunları, timsahtan da korkmuyorum anasını satayım.
yarın kadıköy dörtyoldan bir bütün tavuk alayım, sekize böleyim.
benim eski neşem yok arkadaşlar.
kafamı kaldırıma çarptığım günden beri
babam öldüğünden beri
her şey çok güzel olacak filmini izlediğimden beri
ne bileyim seni bir bulup bir kaybettiğimden beri
istanbul’a taşındığımızdan beri
ankara’yı terk ettik diye mi bilmem, ortaokuldaydım diye mi bilmem, tüm arkadaşlarımı orada bıraktım diye mi bimmem, üzerinden çok zaman geçti diye mi onu da bilmem, bir yaşa geldiğinde eskiyi hatırlamaya da utanıyor insan, onu bunu bilmem ama
eski neşem yok
telefonla konuşasım yok, vatsaptan yazasım filan hiç yok
şarkı söyleyesim yok, müzik neredeyse hiç dinlemiyorum
sana söz verdiğim gibi her gün bir şeyler de yazamıyorum
surlarda yürümek vardı, surlarda yürüyemediğimden mi yok benim neşem?
kuru gözlüm, ne zaman ağlayacağın bilinmez senin kaldı ki ağladığın görülmemiş ama gözlerin hep şiş, hep kan çanağı gezersin.
kan çanağı demişken, benim eski neşem yok. bulabileceğimi sanmıyorum.
bu gidişle ben çok yaşamam, zaten neden bir zamanlar dans ettiğim bir şarkının yıllar sonra akustik versiyonunu dinleyip içlenecek kadar uzun neden yaşadım, onu da bilmiyorum.
eskiden iyiydi sanki, daha iyiydi yani.
benim de o zamanlar bir neşem vardı, şimdi yok, hepsi bu.
içim acır.