Balıkçılar akşamüstü döner, kadınlar kıyıda kocalarını beklerdi…

Röportajın yapılma tarihi ise: 2007 Haziran. Fotoğrafı da makinayı kurarak kendi kendimize çekmiştik.

image1

Birçok yer gezdiniz, neden Ege’de yaşamayı istediniz?

İlk seçiş nedenlerimiz arasında insanları ve doğası vardı. Genel olarak baktığınızda, burada birkaç halk bir arada yaşıyor gibidir. İstanbul’dan gelenler, esnaf, köylerde yaşayanlar ve balıkçılar gibi… Bodrum’u gezdiğimizde bu mütevazı hayatın içinde sade bir yaşantı kurabileceğimizi anlamıştık.

Şiirlerinizden de aşina olduğumuz, eski medeniyetlere duyduğunuz ilgi bu göçte etkili oldu mu?

Fazlasıyla oldu. Kaleleri, şövalyeleri, Ortaçağ’ı hep merak eder, o devirde yaşarmış gibi hissetmeyi isterdim. Buradaki müze yapısı beni Ortaçağ’a bağlıyor. Yazarlığımın bu yönünü Bodrum’a gelene kadar hep gizlemiştim. Geldikten sonra da, Halikarnas Balıkçısı’nın kitaplarını okudum. O, bu coğrafyayı çok iyi görmüştü, kitapları buraları tanımamda çok faydalı oldu.

Fakat siz radikal bir karar verip, eşinizle birlikte yaşamınızı bütünüyle değiştirdiniz…

Buradaki sakin ve sade yaşamın içinden bakabiliyordum. Şiir yazıyor ve sürekli doğada bulunuyor, tabiatla ilgileniyordum. Bunun sonucunda “Şifalı Otlar” kitabını yazdım. Eşim de Bodrum’un doğası üzerinde çalıştı çiçeklerle, bitkilerle ve pazaryerleri ile yakından ilgilendi. Yerli halkla çok iyi ilişkiler kurmuştu. Birbirimize gider gelirdik, sofralar kurar, yemekler yerdik. Eşim onların yemeklerini merak etti ve öğrendi. Ardından “Ege Yemekleri” adlı kitabı yazdı. Burada olmak ikimize de ayrı ayrı iyi geldi.

İlk yerleştiğiniz yer Kumbahçe mevkiiydi. Orada nasıl bir yaşam sürdünüz?

Kumbahçe dediğimiz mahalle, kendi halinde ve içe dönük yaşayan bir yerdi. Sürdürülen sade hayat, evlerin güzelliği, sakinliği ilgimi çekiyordu. İnsanların bir kısmı Türkçe bilmezdi, Rumca konuşurlardı. Balıkçılıkla geçinirler ve çok “az” ile yaşayabilirlerdi. Bugün hâlâ lokantaları, gazinoları ile kendine özgü havası olan bir yerdir.

O dönemi düşününce, İlhan Berk’in gözünde neler canlanıyor?

Marina dediğimiz tarafta küçük bir fırın ile türlü esnaf vardı. O civarda dolaşır, onlarla konuşurdum. Balıkçılar akşamüstü döner, kadınlar kıyıda kocalarını beklerdi. Artık marina büyüdü ve gelişti. Çiftlikler yine var; fakat o sadelik ve küçüklük hissi yok.

Ege’de olmak, Bodrum’da yaşamak şiirinizi etkiledi?

Kitaplarımın çoğunu Bodrum’da yazdım, özellikle de “Deniz Eskisi”ni. Bodrum’la ilgili ya da Bodrum’dan bahsettiğim birçok kitabım var. Kimilerine yazdığım yerlerin, yörelerin adlarını verdim. Süngerciler, küçük balıkçılar beni hep ilgilendirdi ve düşünmeye sevk etti. Onlarla beraber denize çıktım; geceden gidip sabaha karşı dönerdik. Fakat Bodrum Kalesi süreklilik bakımından şiirimin ve dünyamın hep içindeydi.

Burada yaşamaya başladıktan sonra günlük hayatınızda neler değişti?

Beslemek gittiğiniz coğrafya ile birlikte şekillenen bir şeydir, bizim de burada böyle oldu. Halkın yediği yemekler, yöresel mutfak bizim de yaşamımıza doğrudan girdi. Bunu devam ettiren köyler hâlâ var. Buraların pazarları harikadır. Ben hâlâ pazara gidip yiyeceklerimi kendi ellerimle seçerim. Çeşitli otlar alırım. Bugün eskisi kadar devam ettiremesem de genel olarak Bodrum’un yerli halkı gibi beslendiğimi söyleyebilirim. Bana göre en önemli değişiklik şiiri burada yazmak. “Galata” ve “Pera” kitaplarımın notlarını İstanbul’da aldıysam da, onları toparlamak ve bir dosya haline getirmek için yine buraya geldim.

Kadın bir imge olarak şiirinizde önemli bir yer tutuyor. Ege’nin kadınları nasıldır?

Ege’nin kadınları çok dinçtir, doğayla iç içedir. Eskiden erkekler sünger için uzaklara giderdi. Bu nedenle bütün Anadolu’da olduğu gibi yükün çoğunluğunu kadınlar almıştır. Erkekler bazen iki üç gün, bazen de haftalarca denizde kalır, kadınlar akşamları kıyıya iner, orada oturur ve kocalarının dönmesini bekler, onları düşünürlerdi.

Bodrum’da kaçtığınız ve her şeye yeniden başladığınız yerler var mı?

Yarımada’nın Ege’ye bakan cephesini çok seviyorum. Özellikle Gümüşlük bugün hâlâ küçük, balıkçılığın teknelerle devam ettirildiği ve kendine özgü yaşam biçimine sahip bir yeri. Gümüşlük bana iyi gelir.

Şimdi baktığınızda, Bodrum’un bugününü nasıl görüyorsunuz?

Turizm öyle bir oluşumdur ki, bir bölgeye ya da yöreye yavaş yavaş sokulmaz, aniden girer ve orada çok büyük değişikliklere neden olur. Bu değişimin belki de en belirgini Bodrum’da yaşandı. Fakir halk, birdenbire daha fakir oldu, zengin daha da zenginleşti, dengesizlikler belirdi. Buna rağmen Bodrum hâlâ o tarihi dokusunu tam olarak kaybetmedi. Bir dönem küçük esnaflıkla geçinen halkın yerine doğudan ve kuzeyden gelen yeni bir esnaf görüyoruz artık. Asıl Bodrumlular ise adeta seyirci gibi onları izliyorlar. Bodrum birçok serüven yaşadı ve sonunda sekiz binlik nüfustan yazları milyonlara varan insan sayısına tanık oluyor. Tatil amaçlı gelenlerin, Bodrum’a karşı bir hisleri olduğunu görmüyorum. Büyük oteller kentin içinde yapılıyor ve soluk alınacak, kaçılabilecek yerler yok oluyor. Caddeler araba yığını. Planlı bir gelişme yok ve bu şekilde devam ederse birkaç yıl sonra yürüyecek bir alan bile kalmayacak. Yine Bodrum beni hala çok ilgilendirir. İnsanların yakın ilişkileri vardır. Yabancılarla çabuk alışılır ve kaynaşılır. Burada yaşıyorum ve yazıyorum. Bütün bu karmaşıklığına rağmen, bundan çok mutluyum.

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s