
Çukurova’da, Hüyükteki Nar Ağacı’nın yakınındaki Yeniköy’de toprağı çamurla sıvayan çocuk ellerimi hatırlıyorum. Hafta sonu gelip de tatil başladığında, kardeşlerim ve ben köy hayatına dahil olur, rugan pabuçları çıkarır yerine lastik terlikleri giyerdik. Sabahın ilk ışıklarıyla yazıya giden arkadaşlarımın arkasından bakakalışım dün gibi aklımda. Onca sır nereye gider diye düşünmeden edemezdim. Konuşacak laf bitmediğinden koca karılar sabaha kadar söğüdün altında otururken, su kanallarının birleşim yerlerinden Sarıkız çıkacak korkusuyla ben dahil tüm çocuklar tir tir titrerdik. Çiftliğin önündeki tarlada bilmem kaç yıldır duran musalla taşında İsmail Dede’yi yıkadıklarını gördüğümüz günden sonra, taşa bir daha oturamadık, korkudan. Yağmur yağarken, cam kenarında oğlunu bekleyen Safiye Nene’yi çeler melerlerin tuttuğu akşamdan bu yana geceleri pencereden dışarı bakamaz oldum. Köy yerinde korku durduğu yerde çoğalır. İnsanlar çocuklarını neyden koruduklarını bilmeden saklar, sakınır. Bir bakarsınız korku, her şeyin yerini alır. Haliyle de ruha bir telaşsızlık, bir rahatlama gelir. Korkunun ibadeti, çoğu zaman geri kalan tüm duygulara yeğdir. Herkes birbirini bir şeylerden korkutur ki daha az günah işlensin. Çocuklar bile…
Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş romanı korku üzerine bir eser. Bu korku her insanın kendi karanlığında yarattığı iblislere, sisin içinden çıkacak sandığımız ecinnilere, çok mutlu hissettiğimizde içerilerimizi birdenbire kaplayıveren huzursuzluğa benziyor. Halkı tarafından terk edilen Yokuşlu kasabasına tayini çıkan, eşi Melek Hanım’ı da yanına alıp yola koyulan posta müdürü Remzi Bey’in hikâyesi. Kasabanın neden terk edildiği, neden hiçbir arabanın oraya çıkmadığı, en babayiğit şoförlerin dahi neden Yokuşlu’ya gitmekten imtina ettiği ise tam bir muamma. Bununla ilgili söylentiler, endişe, batıl ve bilinmezlik içerisine hapsolmuş daracık bir coğrafyada kasabaya giden yolu bulmaya çalışan Melek Hanım ve Remzi Bey’e, Alamancı Zeliha ve kocası Hüsam ile oraların delikanlısı Yanıkoğlu Hüseyin’in bir ceviz ağacı altında bölüştükleri ekmek eşlik ediyor. Kozan’lı Melek Hanım’ın yerçekimi gibi hikâyeyi çekip çevirdiği roman sizi kendi korkularınızın merkez noktasına sürüklüyor. Kaynağı ister çocukluğunuz, ister bugün olsun, ister Anadolu’da yetişmiş olun ister kentte, Yaşar Kemal korku ortak paydasında hayal gücümüzün sınırsızlığını bir kez daha sorguluyor.
‘KORKUDAN HEP KORKTUM’
Yeni bir roman değil Tek Kanatlı Bir Kuş. Yaşar Kemal’in 1960’ların sonunda yazdığı ve şimdi yayımlamaya karar verdiği bir yapıt. Dönemin diline yaklaştırmasının yanında, büyük ustanın kendi yazarlık serüveni içerisinde önemli bir yere sahip. İnce Memed’le eşzamanla yazılması açısından Yaşar Kemal’in kendi ruhunun derinliklerindeki korkuların da belki ipucu niteliğinde. Bu anlatıya dair şöyle bir yorum yapıyor kendisi: “Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerilerine düşeceğinden korkuyor, düşmesin diye taşı demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim.”
Bugün yayımlanmasının bir başka anlamı da var. Korkunun Anadolu’nun ve büyük şehirlerin dört bir yanında kol gezdiği, kasabaların ve köylerin daha önce hiç olmadığı kadar kaderine terk edildiği bir zamandayız. Konuşmadan önce lafını tartmak iyidir de, artık düşünmeden önce bile çok defa tartıyoruz, her konuyu. Zira bizden beklenen ve hatta talep edilen de bu. Yokuşlu’nun insanları gibi ayağımızın altından kayıyor toprak ve nereli olduğumuzu unutalı çok oldu. Kalbimiz aynalanmış gibi öyle bakıyoruz birbirimize. Belki de Yaşar Kemal’in bu romanı, bugün yayımlamasının sebebi biraz da budur. Hepimiz tek kanadıyla uçmaya korkan birer kuş gibi kaldık. En az ikimiz yan yana geldiğimizde tam bir kuş ediyoruz ve bunda utanacak bir şey yok. Yaşar Kemal ile ilk karşılaşmam 2009 kışında YKY kitabevinde olmuştu. Yanına gidip ailemin Adanalı olduğumu söylediğimde “Gel seninle İstiklal Caddesi’nde biraz yürüyelim” demişti. Koluna girmiş, İstiklal Caddesi’nde yüz metre kadar yürümüştük. Tanrıyı gördüğünü zanneden eski insanlar gibi hissetmiş, hayatımın sonuna dek bir muska gibi gururla taşıyacağım bir an yaşamıştım. O gün layıkıyla teşekkür edememiştim, şimdi teşekkür ediyorum. Korkunun ve kaygının yüz metrelik de olsa terk edildiği bir yolculuktu. Sizi hangi korkularınızla yüzleştirecek bilmiyorum ama beni elimden tutup çocukluğuma götürdü Tek Kanatlı Bir Kuş. O günlere ve o günlerden bugüne kalan korkulara elimi sıkıca tutan bir ustanın yanımda olduğunu bilmenin rahatlığıyla göz göze geldim. Korkunun kendisinden korkmaya başladığımız gün tüm bu olanların üstesinden gelebileceğimizi hatırlattı. Bir başka deyişle, kulağınızın tozuna değecek bir eser. Sonrasında yere düşüp düşmemek size kalmış.
Adam hemen otomobiline bindi. Otomobilde düşündü bir süre. Eliyle karı kocayı çağırdı. Gelip karşısında gene hazır ola geçtiler. Melek Hanım her şeyi anlamıştı. Adamın kim olduğunu bilivermişti, hiç şaşmaz, onlardan birisiydi. Ol sebepten Melek Hanım adamın huzurunda gözlerini bile kırpmadan put gibi duruyordu. “Ben de,” dedi adam, “ben de bu kasabaya geldim, geldim fakat giremedim, gidiyorum şimdi. Kasabaya girmenin bir yolunu bulacağım. Şimdi Ankaraya gidiyorum, siz burada bekleyin, ben bu kasabaya girmenin mutlak bir yolunu bulacağım. Siz hiç üzülmeyin, üzülmeyin ve burada bekleyin. Sağlıcakla kalın. Allah yardımcınız olsun.” Yana çekilip daha sıkı hazır ola durdular: “Güle güle, güle güle, uğur ilen,” dediler, “uğur ilen.” Otomobil çok hızlı gidiyordu. Su gibi kayıyordu asfaltın üstünden. “Bu kasabada bir şey var,” dedi Remzi Bey. “Var var, bir şey var,” dedi Melek Hanım. “Ne yapalım o bile girememiş, burada, biz o büyüğümüzü bekleyeceğiz. Şimdi ya Ankaraya gidiyordur, ya İstanbula. Gidecek, orada daha büyüklerle konuşup gelecek, sonra da hep birden Yokuşluya gireceğiz.”(Kitaptan)
Yazı: RadikalKitap eki, 13/9/2013