Eğer sanatçıysanız baş etmeniz gereken canavarların belki de en büyüğü ‘unutulmak korkusu’dur. Bu korku birçok yeteneğin kendi yolundan uzaklaşmasının, kaybolmasının ve yönünü bir daha hiç bulamamasının da asıl nedenidir. Eleştirmenlere göre en iyi Beethoven yorumcularından biri, bana sorarsanız gelmiş geçmiş en iyi Schubert yorumcusu ve yaşayan en iyi başarılı piyanistlerden biri Paul Lewis ise tüm bu endişelerden uzakta kendini sadece müziğe adadığı hayatını yaşıyor. ‘’Benim ölümsüzlüğüm piyanonun başında yapabildiklerimdir’’ diyor ve haklı da.
Ondan geriye söyledikleri değil sadece çaldıkları kalıyor ve bu ona yetiyor.
Peki ama nedir bu adamı bu kadar kıymetli kılan derseniz, şöyle anlatabilirim, onun piyano çalışı kendi kalp sesinizi duymak gibi, ne bir ses fazla, ne bir ses eksik. Kendi kalp sesinizde bütün duyguları keşfetmek için bir Paul Lewis yorumu dinleyin….
Senin yorumculuğunla tanışmam Schubert üzerine çalışırken gerçekleşti. Sonrasında da hayatını ve eserlerini incelemeye başladım. Anladığım kadarıyla kariyerini Beethoven ile başlatıp, Schubert ile devam ettiriyorsun. Bu nasıl bir kombinasyon?
Sanırım 10 yıldan fazla olmuştur, bütün bir sezonu tek bir besteciye ayırmaya karar verdim. Bu nedenle de 2001-2002 arasındaki tüm konserlerimde Schubert’in piyano sonatlarını çaldım. Ardından uzun bir müddet Beethoven’la devam ettim. Ancak yeniden Schubert’e dönmek, benim için başka türlü bir anlam ifade ediyordu. Bu defa hayatının son altı yılında yazdığı eserleri ve son altı yılını inceledim.
Bu altı yılı incelediğinde nasıl bir his baskın oldu?
Bitmemiş, tamamlanmamış bir ruh vardı orda. Beni derinden etkileyen de bu oldu.
Schubert’in hayatını hastalığı frengiden öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırıyorsun. Bunun sebebi nedir?
Çünkü ondaki bir şeylerin değiştiğini görebiliyorsun açıkça. Bu değişiklik D. 784 numaralı sonatı ile apaçık ortaya çıkıyor. Ki bu tam olarak hastalığının teşhis ettiği zamana denk geliyor. Acımasız bir durum var ortada, hem duygusal hem fiziksel olarak. Bu acımasızlık da hastalığıyla mücadele ettiği son altı yılda çok belirgin. Daha önceki sıcak, rahat ve huzurlu notalarının yerine daha direk ve daha sert dokunaklı notalar yerini alıyor.
Bu hastalığın teşhisi Schubert için bir dönüm noktasıydı diyorsun. Bazen bir hastalık bazen mutluluk verici bir an… Senin hayatının dönüm noktaları nelerdi?
Benim hayatımda böyle trajik bir dönüm noktası olmadı. Ama herkesin hayatında değişen ve dönüşen şeyler var. Böyle büyük bir kırılma yaşamadım ancak iyi ve kötü her an bir şeyler öğrenmenize vesile oluyor. Evlendiğimde, ilk çocuğum olduğunda ve ikinci, ve üçüncü çocuklarımda… Evet, bende de bazı şeyler değişti…
Müzikte daha iyi yorumu bulmak için nasıl bir araştırma yapıyorsun?
Bu büyük bir mücadele… Bu mücadeleyi dengeli bulmak için veriyorsun aslında. Sadece bir ya da birkaç eser üzerinde değil, bütün bir hayatın dengesini bulmaya çalışıyorsun ve çaldığın eserleri anlamlı kılan da bu oluyor. Schubert’te de bu böyle, belki hafifsenen, salon müziği yapan bir besteci olarak biliniyor kendisi ama aslında üzerine çalıştıkça ne kadar karanlık taraflara sahip olduğunu, mağaralarını ve kaybolduğu yerleri fark ediyorsun. Böylece bildiğimiz ya da duymaya alıştığımızdan farklı bir profil çıkıyor ortaya…
Sen Schubert’i büyük bir saygı ve bağlılıkla çalmaya başladıktan sonra önyargılı klasik müzik dinleyicisinin ona olan bakış açısı da değişti diye düşünüyorum.
Kendi adıma da şahit olduğum ve beni mutlu eden bir durum. Sanırım Schubert’i artık daha iyi anlıyoruz. Yıllardır bildiğimizden çok farklı bir besteci olduğunu öğreniyoruz…
Beethoven ve Schubert’le epey vakit geçirdin… Şimdi sıraca kimler var?
Tek bir besteci ile bir veya birkaç sezon geçirmek bir piyanist için oldukça iyi ancak bunu da çeşitlendirmek gerekiyor. Bahsettiğim denge unsurunu yakalayabilmek için. Önümüzdeki sezonlarda, Brahms, Mussorgsky, Schumann, Liszt, Bach ve daha birçok besteci olacak.
Modern müzik ve modern besteciler hakkında ne düşünüyorsun?
Çok fazla güncel besteci çalmıyorum. Ancak gözlerini her zaman neler olduğuna neler yazıldığına dair açık tutmak lazım. Ligeti bu anlamda favorilerimden biri.
Peki sence modern müzik insana dokunuyor mu?
Çok minimalist olmaları sebebiyle bazılarının oldukça dokunaklı olduğunu düşünüyorum. Ancak bir müzisyenin asıl görevi, kendi malzemesini en iyi gösterebileceği alanda yoğunlaşmasıdır diye düşünüyorum. Çünkü insanların önünde çalarken ikna edici ve samimi olmalısınız aksi takdirde aldatırsınız… Hem kendinizi hem de insanları aldatırsınız. Ya da aldattığınızı zannedersiniz. Gerçekten bildiğiniz ve sevdiğiniz eserleri çalmalısınız.
Öyleyse mücadele bir enstrümanı ne kadar hızlı ya da ne kadar gürültülü ya da ne kadar yırtıcı bir şekilde çaldığınız, sınırlarını ne kadar zorlayabildiğiniz değil, doğru mu?
Hayır, kesinlikle değil. Bence önemli olan yorumladığınız eserin içindeki mesajı en dingin ve en dokunaklı şekilde vermek.
Piyanistler besteleriyle de ölümsüzlüğü yakalamak isterler, senin kendi bestelerin de var mı?
Ben daha çok çalmayı, yorumlamayı seviyorum. Çok iyi besteciler var. Onları çalarken, yeni bir şey yazmış kadar heyecanlanıyor ve çok şey öğreniyorum. Bu da beni ölümsüz kılıyor. Kaldı ki öyle bir derdim de yok.
Bundan sonraki projelerin neler?
Haydn üzerine çalışmayı ve Haydn kayıtları yapmayı düşünüyorum. Onun da tıpkı Schubert gibi müziğinde keşfedilmemiş birçok özellik ve nitelik görüyorum. Bunları aktarmayı istiyorum..