Santa Monica’da bir şarapevinde oturuyoruz. Bugün oyuncu seçmelerinde çok yorulmuş. Bir süre sonra anlatmaktan yoruluyor. Biraz okyanusu dinliyoruz. Sonra yeniden başlıyor ve insanların televizyonda olmak için ne kadar çok çaba sarf ettiğinden bahsediyor. Doğrusunu isterseniz yaptığı işlerin hiçbirini sıkı sıkıya takip etmedim; ne Lost, ne Fringe ne de Prison Break. Hatta şu an çalıştığı Revenge için de izleyeceğime dair söz veremiyorum. Dolayısıyla yönetmenliği ya da popülerliği ile ilgili bir bağ kurmuyorum onunla. Bobby Roth’la nefis bir yaz akşamı sohbetinden bazı kesitleri sizle paylaşmak boynumun borcuydu elbette… Hadi başlıyoruz…
Daha önce Türkiye’ye geldin ve şu an Türkiye ile ilgili algın nasıl, bir yönetmen olarak nasıl bir yer sence?
Türkiye’de çekim yapmadım, bu nedenle yönetmen olarak çok da fazla bir yorum yapmam doğru olmaz. Ancak şunu söyleyebilirim ki lojistik açıdan zor bir ülkeniz olduğunu biliyorum ya da en azından bunu düşündüm. Bilhassa İstanbul’da trafik sorunu ve mekanlar arasındaki mesafeler beni İstanbul’da bir iş yapma düşüncesinden uzaklaştırıyor. Tabii bu söylediğim sinema değil televizyon için geçerli, çünkü daha sınırlı zamanda çalışmanız gerekiyor.
Lost, Prison Break, Fringe ve Revenge gibi projelerde çalıştın, çalışıyorsun, sence bunların ortak noktası neydi?
Ortak nokta iyi senaryo. İyi senaryo her şeydir. Yani işin neredeyse tamamına yakını bana göre senaryodur. İyi senaryo önünüze geldiği zaman yaşayan bir şey olduğunu fark edersiniz ve oyuncuların da ancak o zaman yaşayan bir şey oynama imkanı olur.
Senin çalıştığın projeler aynı zamanda büyük bütçeli işler. Büyük bütçe bir işin iyi olacağını garantilemiyor değil mi?
Biliyorsun, asla garantilemiyor. Bence yaptığın işin içinde ne kadar tutku olduğu önemli. Para zaten sen yolunda ilerlerken bir şekilde karşına çıkıyor. Benim en sevdiğim ve en iyi işim dediğim projem bağımsızdı ve çok düşük bütçeliydi.
Sen televizyonda, uçucu bir iş olduğuna aldırmadan sinematografik dilini cömertçe kullanıyorsun. Bu da yaptığın işi daha sanatsal ve kalıcı bir duruma getiriyor, buna katılıyor musun?
Umarım bunu başarabiliyorumdur. Ama bu öyle olsun diye uğraşmıyorum, sanat onu ne uğruna yaptığınla ilişkilidir. Benim çalışma yöntemim o zaten. Sadece parasal bir karşılığı olması için çalışmıyorum belki bunu da eklemeliyim.
Peki sence diziler sanatsal değer taşıyor olabilir mi ya da taşımalı mıdır?
Hayır, elbette böyle bir derdi olmamalı televizyon işlerinin. Ama şunu da söylemeliyim ki bazıları gerçekten de diğerlerinden daha iyi oluyor. Bunu izleyici de fark ediyor zaten. Yapabiliyorsak daha iyisini yapmaya çalışmakta bir sakınca yok bence, bunun sanatsal olup olmadığını ise eleştirmenler tartışmalı.
Türkiye’de de durum aynı, Birleşik Devletler’de de, bütün dünyada da… İnsanlar televizyon izlemekten kendilerini alamıyorlar ve özellikle de dizilere bayılıyorlar. Sen bu durumu nasıl açıklıyorsun?
İnsanlar mutlak bir kayboluş istiyor sanki. Kendilerini bizim yarattığımız atmosferler, karakterler ve hikayeler içerisinde kaybetmeyi seviyorlar. Bunu anlayabiliyorum elbette. Üstelik eğer iyi bir hikaye anlatılıyorsa kendilerinden tamamen vazgeçebiliyorlar. Sanırım buna ihtiyaçları var, bunun birçok nedeni olabilir tabi, yaşadıkları hayattan mutsuz olabilirler, kendilerini tekrar etmekten sıkılmış olabilirler ya da birçok farklı sebebi olabilir. Herkesin özgün bir sebebi de olabilir, bunu genellememiz doğru olmaz.
Şu anda Revenge için çalışıyorsun. Seni bu projeyi kabul etmeye ikna eden neydi?
Öncelikle güçlü ve ayakları yere basan bir proje. Kaldı ki ekibi daha önceki işlerden de tanıyor ve seviyorum. Bir etken de Los Angeles’ta çekiyor olmamız, burada yaşadığım için bu bir avantaj. Diğer projelerde olduğu gibi uzaklara, mesela adaya falan gitmem gerekmiyor. Ama daha önce de söylediğim gibi senaryo içerisinde yazılanlar, benim için en önemli nokta o. Revenge de çok sıkı bir senaryoya sahip.
Öğrencilerle bir araya gelmeyi, ders vermeyi çok seviyorsun. Bir sürü farklı kültürden genç ve sinemayla ilgilenen insanı karşına alıp onlara bildiklerini anlatıyorsun. Peki sence o insanları bir araya getiren en önemli sebep ne?
Hikaye anlatmak. Aslında insanların neden televizyon dizilerine bu kadar ilgi duyduğu sorusuna da burada geri dönebiliriz. Yani hikaye anlatmak, hikaye dinlemek insanlığın başlangıcından beri çok önemli olmuş. Çok doğaldır ki herkes aynı estetik ölçüde hikaye anlatamayabilir, dolayısıyla böyle bir durumda başkalarının anlattığı hikayeleri dinlemek bize daha kolay ve iyi gelir. Sinema ile ilgilenen insanları bir araya getiren ise bence hikaye anlatma istekleri. Ben de öğrencilerimden çok şey öğreniyorum. Eğer iyi bir yönetmen, iyi bir sinemacı olmak istiyorsanız insanların beğenilerini yok sayamazsınız. Çünkü siz o hikayeyi öyle ya da böyle insanlara anlatmak için bir film haline getirmişsiniz.
Türkiye’de televizyon dizileri doksan dakikadan uzun sürüyor. Sen kırk dakikalık bir bölüm için neredeyse iki hafta çalışma imkanı buluyorsun burada. Peki ya Türkiye’den bir iş teklifi gelse kabul eder miydin?
Tamamen hikayesine bağlı. Sen de biliyorsun ki bazı hikayeler diğerlerinden daha hızlı çekilebilir.
Genç yönetmen adaylarına, sinemacılara tavsiyelerin neler?
Bence en önemlisi kendilerini bilmeleri ve tanımaları. Güçlü ve zayıf taraflarını, tutkularını ve zaaflarını tanımakla başlamalılar. Güçlü taraflarını ön plana çıkarıp, güçsüz tarafları için çalışsınlar. Bir de, hikayeyi gördükleri yere kameralarını kursunlar, bunun nasıl bir kamera olduğunun önemi yok.
Peki ya günlük yaşantın, hobilerin, neler yapıyorsun?
Pek fazla boş vaktim olmadığı için bu soruya net bir yanıt vermem zor. Ama spor yapmayı ihmal etmiyorum, arkadaşlarımla ve ailemle bir şeyler içmeyi, onların tadını çıkarmayı seviyorum. Boş zamanımın çoğunu okuyarak ve yazarak geçiriyorum. Tabi basketbolu da unutmamak lazım.
Türkiye’yle ilgili bir projen var, o ne zaman nasıl hayata geçecek?
Türkiye’de çekmek istediğim bir senaryo var. Şartların biraz olgunlaşmasını bekliyorum. Hikayenin bir kısmı Türkiye’de geçiyor zaten. Sudan çıkmış bir balığın hikayesi diyebiliriz buna. Kısaca İstanbul’a bir kadını öldürmek için gelen ancak ona aşık olan bir sokak bilgesinin hikayesi.
Revenge dizisi Türkiye’de de uyarlanarak yakında televizyonlarda olacak. Bunu hazırlayan ekibe tavsiyelerin var mı?
Revenge’in Türkiye versiyonunu hayal edemiyorum aslına bakarsan, ama Türk televizyon izleyicisiyle Amerikan televizyon izleyicisinin demek ki benzerlikleri var. Karakterin çok sivri ve bir kesim izleyici tarafından çok da hoşa gitmeyecek tarafları var, umarım bu taraflarını da gösterebilirler. İnsanlar kötücül bir karakteri de belli dozlarda kabul ediyor.
Bir sanatçı olarak hayallerin ve korkuların neler?
Benim açımdan dişe dokunur bir uzun metraj film düşüncem var, onu hayata geçirmek istiyorum. Aklımdakini hayata geçirememe kaygısı beni hep proje üzerine daha fazla çalışmak, düşünmek zorunda bırakıyor. Tabii Birleşik Devletler’de şöyle bir probleminiz var, siz eğer popüler bir iş yapmıyorsanız, işte o çok bilindik oyunculara o çok bilindik cümleleri söyletmiyorsanız işiniz çok zor. Estetik filmler yapılıyor, ışık, ses, efekt açısından ama bunlar sanatsal değil. Çünkü sanatsal bir film burada iş yapmaz. Yani hayalim de endişem ve korkum da aynı.